24 Ekim 2010 Pazar











Burda gördüğünüz iki resimdeki çeşme ve emlakçının olduğu bina, bir sokağın iki yanında karşılıklı duruyorlar. Çok sıradan görünen bu iki resim, doğduğum yer Kadırga'dan ve benim için hiç sıradan değil.

Bundan tam 44 sene önce, altı yaşımdayken burdan ayrılıp bostancıya yerleştik ailemle.

Yani tam 44 yıldır Kadırga'ya ayak basmamışım. Neden bilmiyorum; aynı şehirde yaşamama rağmen bugüne kadar doğduğum yerlere gidip bakmak hiç aklıma gelmemiş demekki.

Dün eşimle bir iş için Sirkecide buluşacaktık. Ben ondan erken varınca şöyle yukarılara bir yürüyeyim dedim. Ayaklarım beni Çemberlitaş'a götürünce birden aklıma düştü, bulabilirsem doğduğum yerlere bir bakayım dedim. Bulacağımdan emin değildim, çünkü 44 yılda İstanbul'un çok ama çok değiştiğini biliyordum.

İnsan beyni müthiş gerçektende. Sanki biliyormuş gibi soldaki ilk yokuştan aşağı kendimi bıraktım. Adım attıkça hedefime varacağımı hissediyordum. Ve işte resimdeki çeşmeyi görür görmez buldummm dedim. İçimde bir heyecanla gözlerimi çeşmenin tam karşısında olması gereken ahşap iki katlı eve çevirdiğimde.. Heyhaatt dört katlı betonarme çirkin bir binayla karşılaştım. Şimdi bu hayalkırıklığını sizinle paylaşabilmem için doğduğum iki katlı ahşap evi sizin gözünüzde canlandırabilmem lazım. Bu yüzden henüz oralarda yıkılmamış olan ama bakımsızlıktan çürümüş bir ahşap evin resmini çektim. Aşağıda bulunan bu resme bakarken hayalinizde biraz derleyip toparlayın bu evi.. İşte ben böyle bir evde doğmuştum.


Ahşap kocaman ve yüksek bir giriş kapısı, üst katta büyükbabamın yüzlerce kitabının bulunduğu odadaki cumba, yatsı namazları kılınırken, yokuştan aşağı inen insanların ayak seslerine karışan çeşmenin şırıl şırıl sesi ve sokak lambasının ışığında cumbanın camından bakan ben..
Olduğu gibi kalan tek bina aşağıdaki resimde gördüğünüz çıkmaz sokağın en sonundaki mavi ev. O evde bana fırından yeni çıkmış kurabiyeler ve süt ikram edildiğini çok net hatırlıyorum.



Bütün hatırlayabildiklerim bunlar ve cinci meydanındaki park.

O zamanlar cinci meydanı adıyla biliniyordu şimdi kadırga parkı demişler, fıskiyeli havuz koymuşlar, çocuklar için salıncak ve kaydırak var.



Bense, büyük büyük ağaçların bulunduğu kocaman bir meydan hatırlıyorum. İçinde yalnızca salıncaklar vardı. Büyükbabamın elini tutup bu meydana doğru yürüdüğümüzü hatırlıyorum.

Parktaki banklardan birine oturup içimde oluşan garip duyguyu anlamaya çalıştım. Arkamda babamın mezun olduğu Kadırga ilköğretim okulu, önümde ufacık bir çocukken salıncaklarında sallandığım park ve aradan geçen 44 sene.. Bi tuhaf oldum anlayacağınız.. Bu tuhaflıkla ve gözlerimden süzülen durduramadığım yaşlarla (biraz sulugözlüyümdür.:)) oracıkta bi süre oturdum. Sonra kendimi toparlayıp keyifli bir yürüyüşle sultanahmete süzüldüm.
(Belginim kızma bana, biliyorum birlikte yapacaktık bu turları ama bu çok spontane gelişti. Seninle daha keyifli bi tur daha yaparız söz..:))

3 yorum:

  1. Kızmadım güzel saatler geçirmişsin bir dahaki sefere birlikte de gideriz.

    YanıtlaSil
  2. Ah canım okurken bende huzunlendım. Guzel paylasım olmus tesekkurler!

    YanıtlaSil
  3. Vakit ayırıp okuduğunuz için teşekkürler Hülya Hn.Sağlıkla kalın. Sevgiler.
    Rana

    YanıtlaSil